Anlamın Peşinde: Stuart Hall ve Kültürel Mücadelenin Haritası

Kültürel çalışmaların öncülerinden biri olan Stuart Hall, kültürü sadece pasif bir yansıtma alanı olarak değil, anlamın inşa edildiği dinamik bir mücadele alanı olarak görür. Hall, kültürün ne sadece ekonomik yapılarla belirlendiğini ne de yalnızca bireysel özneliklerin ürünü olduğunu savunur. Onun yaklaşımı, yapısalcılık ile kültürcülük (culturalism) arasındaki sert ayrımı aşmayı ve kültürel süreçleri çok boyutlu bir çerçevede ele almayı amaçlar. Bu bağlamda, kültürel üretim anlayışında sınıf analizini tamamen göz ardı etmese de sınıf indirgemeciliğinden bilinçli olarak kaçınır. Aynı şekilde, çağırma (interpellation), popüler kültür, metinsellik (textuality) ve anlamlandırma süreçlerine dair yaklaşımları söz konusu kutupların tuzaklarına düşmemek için geliştirdiği dikkatli tutumun ürünleri arasındadır.

Hall, toplumsal yapılarla bireyler arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu vurgular. Ne birey yapılar tarafından tamamen belirlenir, ne de yapılar bireylerden bağımsızdır. Kültür, bu etkileşim alanında şekillenir. Dolayısıyla, anlam üretimi önceden belirlenmiş değil, mücadeleye açık bir süreçtir. Hall’a göre, hiçbir anlam kendi başına sabit veya garantili değildir. Anlamlar; üretim, dolaşım ve tüketim süreçleri boyunca çeşitli müdahalelere, çelişkilere ve kırılmalara maruz kalır. Bu da kültürel ürünlerin her zaman yeniden yorumlanabilir, hatta yeniden tanımlanabilir olduğu anlamına gelir. Kısacası, kültürel üretim düz bir çizgide ilerlemez; her adımda yeni bir müzakere alanı açılır.

Hall, anlamlandırma (signification) sürecinin ekonomik olana indirgenemeyeceğini belirtir. Bu süreçte belirleyici olan çeşitli ve farklı unsurlar vardır ve bu nedenle her bir anlam kurma işlemi tesadüf, belirsizlik ve çelişkiyle maluldür. Bu yaklaşımıyla Hall, “altyapı-üstyapı” ikiliğine dayanan mekanik, determinist, özcü ve ekonomist modele karşı çıkar. Bu çerçevenin dışlayıcı anlayışı yerine, altyapı ve üstyapı alanları arasında önemli düzeyde karşılıklılık önerir.

Hall’un meşhur “kodlama-kod çözme modeli” (encoding-decoding) tam da bu dinamik yapıyı açıklar. Bir mesaj gönderildiğinde (kodlandığında), bu mesajın nasıl çözüleceği (alımlanacağı) asla kesin değildir. Hall’un terminolojisinde bu durum “çözümlemenin göreli belirsizliği”nden başka bir şey değildir. İzleyici ya da okuyucu, mesajı tam da üreticinin niyet ettiği şekilde anlamayabilir. Çünkü her alıcı, farklı sınıfsal, kültürel ve ideolojik pozisyonlardan konuşur. Bu yüzden her iletişim süreci aynı zamanda bir anlam mücadelesidir. Kültürel alanda cereyan eden bu mücadele tek yönlü gerçekleşmez; çatışan tüm taraflar hem süreci hem de kendilerini geri dönülmez biçimde etkiler.

Dahası Hall toplumsal sınıflar ile ideolojik perspektifler arasında garantili bir bağ olmadığını savunur. Gramsci’yi takip ederek, ezilen sınıfların kolektif bilincinin, iradesinin ve kimliğinin ancak toplumun politik ve ideolojik dinamikleri aracılığıyla inşa edilebileceğini öne sürer. Aksi takdirde, işçi sınıfını otomatik olarak sosyalist devrimle ilişkilendiren her türlü varsayımı reddeder. Bunun sonucunda Hall, özcü olmayan bir toplumsal özne analizi geliştirir. Onun düşüncesinde, özneler sabit kimliklere sahip değildir. Kimlikler; ırk, sınıf, cinsiyet ve inanç gibi pek çok unsurun tarihsel ve kültürel bağlamda kesişmesiyle oluşur. Bu da özneleştirme süreçlerinin tek yönlü, tam ve kesin olamayacağı anlamına gelir. Bireyler, içinde bulundukları ideolojik yapılar tarafından çağrılır ama bu çağrıya verdikleri yanıt ise her zaman bekleneni karşılamaz.

Hall, kültürel üretimi de çeşitli unsurlar içeren karmaşık döngüsel bir süreç olarak değerlendirir. Bu süreç; üretim, dolaşım, dolaşımın örgütlenmesi, kültürel ürünün temsili ve tüketim gibi aşamalardan oluşur. Bu anlar arasındaki ilişkiler kendiliğinden gerçekleşmez, tersine her seferinde inşa edilmek zorundadır. Bu nedenle, kültürel üretim belli ölçüde çelişki, belirsizlik ve tesadüf içerir. Bu da hiçbir kültürel çıktının tamamen pürüzsüz ve doğrudan bir şekilde üretilip tüketilemeyeceği anlamına gelir.

Tüm politik, ekonomik ve ideolojik oluşumlarda temel düzeyde bir eklemlenme (articulation) vardır. Dolayısıyla, bu anların tamamı belirsizlik, karmaşıklık, çelişki ve rastlantısallıktan muzdariptir. Ayrıca, bu üç oluşum arasında karmaşık bir ilişkiselliğin inşa edilmesi gereklidir. Benzer bir ilişkisellik popüler kültür ile egemen ideoloji arasında da geçerlidir. Hall, popüler kültürü yalnızca egemen ideolojinin bir uzantısı olarak görmez. Ona göre popüler kültür hem direnişi hem de teslimiyeti içinde taşır. Bu alan, sıradan insanların kendi anlamlarını üretmeye çalıştığı, dolayısıyla egemen anlamlara meydan okumanın mümkün olduğu bir alandır. Popüler kültür, tek sesli değil; çoğul, çatışmalı ve hareketlidir. Başka bir deyişle, Hall tamamen direnişçi ya da tamamen teslimiyetçi bir popüler kültürden söz edilemeyeceğini öne sürer. Aksine, popüler kültürle ilişkili her olay bir ideolojik mücadele alanı oluşturur. Dahası, bu ideolojik mücadele çeşitli alternatiflere açıktır; çünkü kendiliğinden inşa edilmiş veya garantili bir niteliği yoktur. Bu nedenle kültür, sadece temsil edilen değil, mücadele edilen bir alandır. Bu mücadele ne tek bir anın ne de tek bir sınıfın tekelindedir; sürekli olarak yeniden kurulur, bozulur ve şekillenir.