Göstergeler Arenasında: Mikhail Bakhtin ve Dilin İdeolojik Doğası

Yirminci yüzyıl boyunca Marksist kuramın göz ardı ettiği ya da yeterince önemsemediği en önemli sorunlardan biri dildir. Çoğu Marksist entelektüel, dili ve dilbilimi, ekonomist-determinist altyapı-üstyapı modelinde yalnızca ikincil bir unsur olarak görmüştür. Aynı durum Marksist ideoloji analizleri için de geçerlidir. Bazı düşünürler ideolojiyi bilinçle ilişkilendirip bir tür epistemolojik hata olarak değerlendirirken, diğerleri ideoloji kavramının maddi temeline odaklanmıştır. Ancak dil ile ideoloji arasındaki güçlü ilişki büyük ölçüde görmezden gelinmiştir.

Bu genel eğilimin en kritik istisnalarından biri Mikhail Bakhtin’dir. Bakhtin, dili yalnızca bir iletişim aracı olarak gören anlayışı reddeder. Ona göre dil, iktidar ilişkilerine tabidir. Dil, tıpkı fizikteki gibi merkezkaç (çeşitlenmeye iten) ve merkezcil (tekilleştirmeye zorlayan) güçler arasında gidip gelir. Bu da dili oldukça dinamik ve çok yönlü hale getirir. Bakhtin’e göre her dil kullanımı geçmişteki bir başka kullanıma gönderme yapar, dolayısıyla hiçbir kelime tamamen konuşmacının mülkiyetinde değildir. Bu duruma “dilin radikal başkalığı” adını verir. Yani, dil ile konuşan arasında her zaman aşılması mümkün olmayan bir mesafe vardır.

Bakhtin’e göre dil, ilişkisel bir yapıya sahiptir. Merkezcil ve merkezkaç güçlerin çatışması, dilin içsel diyaloğunu oluşturur. Bu diyalojik yapı, dili kaçınılmaz biçimde ideolojik kılar. Her dil kullanımı, ideolojik bir mücadele alanı haline gelir. Göstergeler sınıf mücadelesinin yürütüldüğü arenalardır. Başlıca toplumsal sınıflar, herhangi bir göstergenin içeriğini belirlemek için mücadele ederler. Bu nedenle, hiçbir göstergenin sabit bir anlamından söz edilemez; aksine her gösterge diyalojik bir karakter taşır. Dile egemen olmak, bu sınıfların iktidar kapasitelerinin temel göstergelerinden biridir. Ancak, Bakhtin’in de belirttiği gibi, dil üzerindeki egemenlik asla mutlak değildir; tersine son derece kırılgandır.

Bu çok katmanlı anlam yapısı çokdillilik (heteroglossia) kavramıyla açıklanır. Farklı sınıflar, etnik gruplar, dinî topluluklar ve meslekler farklı dil kullanımları geliştirir. Bu dil kullanımları birbirinden farklı olsa da aralarında önemli bir ilişkiler ağı bulunur. Metin de bu ilişkiler ağı sonucunda oluşur. Bu nedenle her metin birden fazla anlam taşır ve sabit, değişmez bir anlama sahip değildir. Hatta her metin birbirleriyle içkin olarak ilişkili birçok metnin çoğulluğu olarak görülebilir. Bu anlam ilişkileri çoğu zaman çatışmalıdır ve bu çatışma, dilin ideolojik doğasını ortaya koyar.

Bakhtin, bağlamın önemine de dikkat çeker. Ona göre göstergeler, bireylerin toplumsal ilişkiler içinde etkileşime girdikleri alanlarda ortaya çıkar. Yani işaretler, toplumsal ilişkilerin aracıdır ve yaşamın maddiliğiyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle, hiçbir ideoloji işaretler olmadan var olamaz ve hiçbir bireysel söz, toplumsal yapıdan bağımsız düşünülemez. Bakhtin, biçim ile içeriğin toplumsal olarak şekillendiğini savunur ve her bir söylemin, onu üreten bağlamdan koparılamayacağını vurgular.

Bu bağlamda, herhangi bir konuşma edimi yalnızca konuşanın yaratıcı gücünün ürünü değildir. Konuşmacı, söylemin yazarı değildir; yaşadığı toplumsal yapının sağladığı bağlam içinde konuşur. Bu durum, göstergeyi karar verilemez (undecidable) hale getirir. Çünkü gösterge, konuşmacının niyetinin ötesinde bir anlam taşır. Bakhtin bu belirsizliği, toplumsal yapının sunduğu bağlamla açıklar.

Sonuç olarak, dil, sosyal sınıfların ifade ettiği kararsız söz edimlerinden oluşur. Dilin üretildiği ve kullanıldığı bağlam, onu tamamlanmamış kılar. Bireylerin yaşam öyküleri, sınıfsal ve kültürel özellikleri ve öznellikleri dil kullanımını sınırlar ve biçimlendirir. Bu süreçler, anlamı ilişkisel hale getirir ve sabitlikten uzaklaştırır. Bakhtin buna göstergenin çok vurgulu (multi-accentual) doğası adını verir.

Bakhtin’in karnaval ve ‘grotesk halk kültürü’ üzerine analizleri de bu dil anlayışıyla ilişkilidir. Karnavallar, dil gibi çok anlamlı ve karar verilemez yapılardır. Merkezcil ve merkezkaç güçler arasındaki mücadeleyi barındırırlar. Bu yönüyle karnavallar da bir tür konuşma biçimi, hatta heteroglossia’nın maddi hali olarak görülebilir. Anlamın ilişkisel doğası, çoğulluğu ve belirsizliği karnavallarda ortaya çıkar. Bakhtin’in terminolojisine başvurursak, karnavallarda ‘bütün gerçeklerin neşeli göreceliliği’nden başka bir şey görmeyiz. Karnavallarda mutlak bir doğru ya da yanlış yoktur. Aksine, karnavalların niteliksel doğası esastır, çünkü yapılarında açık bir nedensellik ya da nicel bir mantık bulunmaz.

Bakhtin’in ‘grotesk realizm’ kavramının temelinde ise aşağı çekme (degradation) eylemi yatar. Grotesk kültür, resmi söylemi halkın düzeyine indirir, maddiliği ve bayağılığı vurgular bedensel olanı yüceltir ve toplumsal normları ters yüz eder. Her ne kadar Bakhtin’in de belirttiği üzere, bu yapı doğrudan özgürleştirici olmasa da sistemin uydurma doğrularını görünür kılması açısından bir özgürleşme potansiyeli taşır.

Sonuç olarak, dili toplumsal ve ideolojik mücadelelerin bir parçası olarak ele alan Bakhtin, Saussure’un özellikle gösterge analizlerinden esinlense de bireysel söylemi merkeze alarak yapısalcı dil anlayışını toplumsallaştırır. Ona göre dil, yalnızca gerçeği yansıtan bir araç değil, aksine onu çarpıtan, yorumlayan ve dönüştüren bir güçtür. Bu nedenle, dili ve onun ideolojik işlevlerini anlamak, toplumsal yapıyı çözümlemek ve dönüştürmek açısından hayati önemdedir.