Guy Debord’un Kehaneti: Gösteri Toplumunda Oyuncu ve İzleyici Olmak

20. yüzyılın en radikal düşünürlerinden biri olan Guy Debord, moderniteyi ve geç dönem kapitalizmi hedef alan sarsıcı tezleriyle tanınır. Yaklaşık kırk yıl önce kaleme aldığı Gösteri Toplumu’nda, günümüz dünyasının temel çelişkilerini çarpıcı bir öngörüyle analiz etmiştir. Başlangıçta uçuk görünen bu fikirler, zamanla toplumsal gerçeklikle örtüşmüş; tarih, Debord’u haklı çıkarmıştır.
Debord’a göre, günümüzde, sosyo-politik bağlamdan bağımsız olarak toplumsal yaşamın neredeyse tüm katmanlarına yayılmış gösteri halini meydana getiren en önemli öğelerden biri, “varlığın” “görünüş”e dönüşmesi sürecidir. Her şey bir imgeye indirgenir. Bu imgeler, gerçeğin yerini alır, ama onu yansıtmaktan çok çarpıtır. Böylece gerçekliğin sahte bir temsili, toplumsal bilincin merkezine yerleşir. Sonuçta ortaya çıkan ise: Gerçeği değil, onun taklidini yaşayan bir toplumdur. Başka bir deyişle, gerçekliğin tek temsilcisi gibi davranan gösteri, aslında gerçek dışı bir niteliğe sahiptir.
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, küreselleşme miti etrafında şekillenen ekonomik düzendir. Görünüşe göre, dünya çapında işleyen tarafsız bir pazar vardır ve görünmez bir el, herkesi rasyonel biçimde refaha taşımaktadır. Ancak bu sahte anlatı, kapitalizmin eşitsiz ve sömürücü doğasını maskelerken aynı zamanda meşrulaştırır. Gösteri, bu acımasız gerçeği manipüle eden bir sahneye dönüşür.
Böylelikle, gösteri mevcut adaletsiz ekonomik ve politik düzenin normalleştirilip sürdürülmesinde etkili olan temel araçlardan biri olarak ortaya çıkar. Üstelik bu düzene herkes, farkında olmadan katkı sağlamaktadır. Her birey, kendi gerçekliğini gösterinin diliyle kurmaya zorlanır. Bunun sonucunda, yabancılaşma, toplumsal gerçekliğin içine geri döndürülemez biçimde nüfuz eder. Debord’un ifadesiyle: “Gerçekliğin altüst olduğu bir dünyada, hakikat artık yalanın bir anına dönüşür.” Artık elimizde yalnızca görünüşlerin hâkimiyeti vardır.
Bu sahte düzenin en güçlü sahnelerinden birinin internet dünyası olduğu rahatlıkla söylenebilir. İnternette, sanallık radikal biçimde gerçekliğin yerini alır. Her tür eylem, karakter, kurum, hareket veya fikir, internette sanki gerçekmiş gibi biçimlendirilebilir. Üstelik bu sanal gerçeklik, internete erişimi olan herkes tarafından bilinebilir. Böylece internet, gösterinin gerçekleştiği en önemli platformlardan biri hâline gelir.
Gösteri toplumunun en çarpıcı özelliklerinden biri, eleştiriyi imkânsızlaştıran yapısıdır. Debord’un uyarısıyla: “Görünen her şey iyidir; iyi olan her şey görünür olacaktır.” Bu sistem, itirazı dışlar, sorgulamayı bastırır ve yalnızca itaat eden bir izleyici kitlesi yaratır. Bu bağlamda, bizim yegâne görevimiz, sorgulamadan kaçınıp kaçınılmaz olana razı olmaktır. Bu nedenle, gösteri, modern toplumun tüm alanları üzerinde ezici bir tekel kurmayı gerektirir.
Gösteri ile din arasında dikkat çekici bir benzerlik de vardır. Tıpkı semavi dinlerin bireyi kendi özünden uzaklaştırması gibi, gösteri de bizi edilgenleştirir. Eylem gücümüz, sanki ilahi bir boyuta sürgün edilmiştir. Bu nedenle gösteri, kendi karşısına dikilebilecek her türlü radikal olasılığı denetim altına alma konusunda teolojik bir doğaya sahiptir. Weber’in analiz ettiği Protestan ahlakı, bu yapıya örnek teşkil eder: Hayat boyu durmaksızın çalış ve Tanrı tarafından cennete seçilmeyi bekle. Fakat bu seçilme sürecinde herhangi bir garanti yoktur. Bu nedenle, seçilme ihtimalini artırmanın tek yolu, dünyasal hazlara ve işlevsiz etkinliklere odaklanmaksızın olabildiğince çok çalışmaktır. Bu ahlaki yapı, kapitalizmin ruhunu besler ve sömürüye dayanan kapitalist düzeni yeniden üretir.
Gösteri, bireyin özneleşme biçimini de belirler. Kim olduğumuz, neyi temsil ettiğimiz, hep önceden belirlenmiş imgeler aracılığıyla şekillenir. Kendimizi, bir ressamın tablosunu sergilediği gibi topluma sunarız. Bunu yaparak, gösteri toplumunu yeniden üreten baskın süreçler zincirine aktif olarak katılırız. Böylelikle gündelik hayat da bir başka tür gösteriye dönüşür; her birey başrolü kapmak için sahneye çıkar. Ancak bu sahnede önceden yazılan senaryo doğrultusunda tüm roller bellidir. Biz sadece oynamakla yükümlüyüz. Gösteri toplumunda ikiyüzlülük erdem, görünüş ise hakikatin yerine geçer.
Debord, 1960’larda bu düzeni teşhis etmiş olsa da düşünceleri 21. yüzyılın karmaşık gerçekliğine ışık tutmaya devam ediyor. Onun analizleri, kapitalist toplumun yapısını ve işleyişini anlamamız açısından güçlü bir çerçeve sunar. Ancak Debord’un sistemden bir çıkış yolu göstermemesi, eleştirisinin karanlık yönünü oluşturur. Ona göre kurtuluşun vaatleri bile gösterinin bir parçasıdır.
Sonuç olarak, Gösteri Toplumu yalnızca bir teori değil, yaşadığımız dünyanın ta kendisidir. Gerçekliğin yerini imgelerin aldığı bu düzende, hepimiz hem oyuncu hem de izleyiciyiz. Ve belki de asıl soru şudur: Bu gösteriden çıkmak mümkün mü, yoksa perde sonsuza dek açık mı kalacak?
