Tüketirken Direnmek: Michel de Certeau ile Gündelik Hayata Bakış

Yirminci yüzyıl boyunca birçok düşünür, bireysel pratiklerin kültürel alanla ilişkisini sorgulamıştır. Genel olarak, bu tür ilişkiler ve öznenin gerçekleştirdiği günlük faaliyetler, kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliğinin sağladığı koşullar altında analiz edilmiştir. Sonuç olarak, özellikle popüler kültür söz konusu olduğunda karşımıza genellikle umutsuz ve karamsar bir tablo çıkar: kültür bütünüyle kapitalist sistemin tahakkümüne girmiş gibi görünür. Bu teorik yaklaşımların çoğu ya hiçbir çıkış yolu olmadığını savunur ya da yalnızca sınırlı ve etkisiz mücadele alanları önerir. Theodor Adorno, Henri Lefebvre ve Michel Foucault gibi düşünürlerin çalışmaları bu durumu yansıtan örnekler arasındadır.

Ancak tüm bu karamsar bakış açılarına rağmen, gündelik hayatın analizi yirminci yüzyılın son çeyreğinde önem kazanmaya devam etmiştir. Bu noktada Michel de Certeau’nun özellikle L’Invention du Quotidien adlı eseri (Türkçe’ye “Gündelik Hayatın Keşfi” başlığıyla kazandırılmıştır) özgün ve çığır açıcı bir yaklaşım sunar.

Bu eserinde De Certeau, kültürel alanın kapitalist ilişkilerin ideoloji tahakkümü tarafından tamamen kuşatıldığını tekrar eden klişe analizlere itiraz eder. Ona göre, iktidara karşı eleştirel duruşlar gündelik pratiklerin içinden doğar. Bu nedenle gündelik hayatı durağan ya da edilgen bir arka plan olarak görmek yerine, orada olup bitenlerin “nasıl yapıldığını” anlamaya odaklanır. Yapmamız gereken ise, gündelik yaşamı sabit ve belirsiz bir arka plan olarak görüp onu kendi haline bırakmak değil, tersine, bu belirsizliğe etkin bir şekilde katılmak ve onu ‘ifade etmektir’. De Certeau’nun ifadesiyle, “işleyiş kipleri” ya da “eylem şemaları” gündelik yaşamın temelini oluşturur. Gündelik hayat, bilinçli ya da bilinçsiz biçimde gerçekleştirdiğimiz eylemlerle sürekli yeniden üretilir.

De Certeau, toplumun temsili ve davranış biçimleri üzerine yaptığı analizlerle, bireylerin ve grupların “kullanım biçimlerini” gündelik pratiğin asli unsuru olarak görür. Daha açık bir ifadeyle, gündelik yaşamın her parçasında çeşitli temsillerle karşılaşırız ve öznel olarak bu temsillere yanıt olarak tüketim nesnelerini kullanırız. Örneğin bir reklam izlediğimizde, söz konusu ürünü doğrudan tüketeceğimiz gibi, sırf reklamda yer alan oyuncuyu sevmediğimiz için görmezden de gelebiliriz. De Certeau’ya göre, bu “yapma” biçimlerinin her biri doğaları gereği üretkendir. Fakat bu üretim, klasik anlamda değil; gizli ve dolaylıdır. De Certeau’ya göre bu hesaplanabilir üretim, tüketime karşılık gelir ve böylelikle kurulan her bir tüketim eylemi, aynı zamanda bir yeniden üretim sürecine denk düşer. Tükettiğimiz ürünleri “kendi tarzımızda” kullandığımız sürece, onlara farklı anlamlar yükler ve onları yeniden üretiriz.

De Certeau’nun ürünlerin yaratıcı ve öznel kullanımına atfettiği temel önem, kültürel faaliyetin ‘imzasız’, ‘okunamaz’ ve ‘sembolleştirilememiş’ olarak görülmesini sağlar. kültürel etkinliği “okunamaz”, “sembolleşmemiş” ve “imzasız” bir alan olarak görmemizi sağlar. Bu koşullar altında, tüketim toplumunun büyük bir kısmı, tüketimin ‘üretici’ süreci aracılığıyla marjinalleşir. Böylece tüketim toplumu içinde marjinalleşen bireylerin eylemleri, baskın kültüre karşı bir direnç potansiyeli taşır. De Certeau’nun vurguladığı bu nokta, gündelik yaşamdaki yabancılaşmanın karmaşık doğasını anlamak açısından çok değerlidir. Zira çoğu zaman mücadele edecek belirgin bir düşmanımız yoktur; baskı kendini günlük yaşamın içine gizlemiştir.

Öte yandan De Certeau, bu tabloyu tamamen umutsuz görmez. Ona göre kültürel alan, iktidarın hem meşrulaştığı hem de yerinden edilebildiği bir mücadele alanıdır. Bu anlamda Foucault’ya benzer şekilde gündelik yaşamın da siyasi bir boyutu olduğunu savunur. Ancak De Certeau, bu boyutun kaynağını bireysel ‘taktik’lerde, daha doğrusu toplumun kontrolünü elinde tutan iktidar aygıtıyla karşılaştığımız her durumda uyguladığımız yaratıcı işleyiş biçimlerinde bulur.

De Certeau’nun “taktik” ve “strateji” ayrımı bu noktada önem kazanır. Strateji, toplumun tüm yönlerini yukarıdan etkileyen bütüncül ve ‘rasyonel’ bir iktidar mantığını ifade eder. Taktik ise bu güce sahip olmayan bireylerin, parçalı ama yaratıcı yollarla geliştirdiği eylemlerdir. Bu anlamda, günlük faaliyetlerimizin büyük bir kısmı taktiksel niteliktedir. Bazen eğitim sistemine karşı ders kitaplarını sorgulayarak, bazen kutsal kuralları mizahla aşındırarak, bazen bir milli marş okunurken popüler bir şarkı mırıldanarak bu taktikleri uygularız. Bu eylemler küçük ve pasif gibi görünse de gündelik hayatın içine gömülü bir direnç formu taşır ve insanların güçlüye karşı mücadele edebilmesi için hareket alanı sağlar.

Sonuç olarak, De Certeau gündelik hayatın içinde sessiz ama etkili bir direniş alanı olduğunu gösterir. Gündelik pratikler sayesinde bize dayatılan anlamları yeniden işler, ürünleri yeniden üretir ve görünmez ama etkili bir karşı duruş sergileriz. Onun bu özgün yaklaşımı, tüketimi yeniden düşünmemizi sağlarken en sıradan eylemlerimizin bile altında yatan mücadele potansiyelini ortaya koyar.